bu sabah Cahit Sıtkı okurken ağladım anne
oysa daha otuzbeş değilim
yaşamla ettiğim danstan yoruldum anne
sanki un kurabiyesiyle mutlu olan çocuk ben değilim

17 Kasım 2010 Çarşamba

SEN YOKTUN, BEN ÇİRKİNDİM


bu sabahın ilk saatlerinde

boş sokaklara baktım

evdeydim, balkondaydım

eminim aklım başımdaydı

sabah nemi sadece hırkama sindi

mahalle geceden ağlamış gibi

sabahı sabah etmiş

gözleri çökmüş, yüzü solmuş

içi kabarmış, yorulmuş

sadece uykusu kaçmış

aslında derdi yokmuş

demedi, ben anladım

dedim, ne olmuş

sokaklar olduğu yerde durur

sokaklara arada yağmur vurur

güneş yetişir, kurur

sabah, geceye kaş göz ederken itler ulur

dedim, ne olmuş

tabiat yordamını bilir

her şeyin yarısı yolunu teper, gelir

öbür yarıyı bulur


bu sabahın kör vaktinde

pis sokaklara baktım

balkondaydım, ayaktaydım

öncesinde kahvaltıdaydım

aklım yanı başımdaydı

merak etme, hırkam sırtımdaydı

sabah nemi bir de kağıtlara sindi

dedim, ne olur

mürekkep dağılırsa, şair uydurur

mürekkep kuruyana kadar yaparım gurur

sahibi yetişir, okur

eli, dudağı binbir yarayı ondurur

gör ki sabahın lanet saatleriydi

sokaklar cinlerin kalesiydi

vücudum binbir kere cin çarpmış gibiydi

sabah nemi hırkamı yırtıp, sırtıma indi

ben geceyi sabahla baş göz etmiştim

içim kabarmış, yorulmuştum

sen yoktun, ben çirkindim

malum olsun, bilesin diye

avuçla şeker yedim


kör olası bu sabahın köründe

yalvararak gökyüzüne baktım

balkondaydım, ayaktaydım, yalnayaktım

ekim serinde yanmaktaydım

sen yoktun, ben çirkindim

kahvaltı mı umrumdaydı

hırkam askıdaydı

aklım başımı,

yüreğim göğsümü terk etmişti

bıraktığın kurtlar

elime tutuşturduğun umutları

bir çırpıda yemişti

sessizlik miadını doldurmuş

canımı bitirmişti

dedim, ne olmuş

yetinen yetim mi olur

yarın bugünü doldurur, dünü soldurur

zatı yetişir, olmaz dediğini oldurur

tabiat yordamını bilir

o da olur ki

aşık aşıkı bulur


13 Kasım 2010 Cumartesi

ONLAR, SİZ, BİZ


fırtınadan kaçamamışlar
fırtına koparcasına kopuyor fırtına
fırtınanın gözüne düşmüşler
gözü önüne akarcasına yemin bozuyor fırtına
her fırtınanın bir “gözü” vardır
tek bir gözü vardır fırtınanın
göz göze gelmekten hiç mi hiç korkmamışlar
göz nurdur, dil kemdir diye inanmışlar
kaçmamışlar
o, tek bir gözüyle fırtınanın
göz göze gelince donakalmışlar
toz, toprak, kir, pas biriktirip getirdiği
öfkesi öyle öfkeli
kopmuş gelmiş hangi göklerden kinli mi kinli
bozuyor kurtlanmış yeminini

yağmurdan kaçmışsınız
yağmurun aklı baston şemsiyede kalmış
yağmur gibi iniyor yağmur
hüznü öyle hüzünlü
ağlaması öyle ağlamaklı
yağmurlu yağmursuz ayırmamışsınız hiçbir günü
bakıp durup, barışamamışsınız
elinizin tersiyle kırmışsınız aynaları
bir deyin siz kaç yaşındasınız
eliniz bastonlu, şakaklarınız gümüşlü
şemsiyenin ardına sakladığınız
saçınızın aklığı mı
yoksa sakındığınız
yağmurun şemsiyede kalmış aklı mı

doluya tutulmuşuz
dolu, bir gök dolusu cam parçası gibi
takır takır dövünüyor camlarda
buz kesiyor buzdan ellerimiz
camların da çenesi takırdıyor -istemsiz
camlar... o, önünde camgüzeli kahveleri içtiğimiz
acı kahvenin kırk yıl hatırı vardır
kaç yıl oldu bir ve ayrı düştüğümüz
kahveyle ahbabı bir araya getiren hayat
tatlısıyla ve malum acısıyla haktır
bak ki fincanların ağzı tatsız, yüzü köpüksüz
kalbin öyle kalpsiz
ciğerin öğle ciğersiz
fincanda buz parçalarının işi ne
rakı değil ki kafaya diktiğimiz