bu sabah Cahit Sıtkı okurken ağladım anne
oysa daha otuzbeş değilim
yaşamla ettiğim danstan yoruldum anne
sanki un kurabiyesiyle mutlu olan çocuk ben değilim

18 Nisan 2010 Pazar

ÇÖZ SALLARI, BIRAK AKINTIYA


rüzgârgülümsün

nereye savrulduğumu bilirsin
çöz salları, bırak akıntıya
batarsa batar, çıkarsa çıkar
belki kendini bulur dalgaların koynunda
amatör denizcilikten kurtuluruz
belki denizin dibini bulur
değdi der, avunuruz

çöz bu yalım yalım bağları
sevdan ayaklarıma dolanmış
hiç fark etmemişim
öyle bir esmişsin ki sap saman karışmışım
sessiz sedasız dalmış,
çığlık çığlığa pişman olmuş,
bir avazda kurtulamamışım
katranı kaynatmışım, şeker olmamış, neyleyim?
kırk tane fırın bulmuş da ben mi yememişim?
kırk gün kırk kahvaltıda kırk ant içmiş,
ince ince avuntular biçmişim
acılarımın açtığı gedikleri kapatmaz ya
yine de kırk yama seçmişim
bir bakışınla teyellerimi sökmüşsün
iplik iplik çözülmüş,
antlarımın üstüne kırk bardak soğuk su içmişim

12 Nisan 2010 Pazartesi

ADIMLAR


artık benim gidecek yerim yok

yer gök kabarmış

yerde ne kadar toprak kaymış

gökten ne hâl yağmur yağmış

daha gidecek gücüm yok

gidiş dönüşleri su yolu ederken

pabuçlarımın pençeleri erimiş

topuklarımı toprak kemirmiş


geçmiş hayatın hayvan pençesiyle

yırtılan sağ gözümden

kan sağıyor gelecek hayat

işte bugün hayat bir kabir kadar dar

ama korkmam ömrübillah sürmesinden

ölüm ağıdı bile

mevta toprağa girene kadar


artık benim gidecek yerim yok

inim inim isyan var bedende

ağır baş,

ağrılı yürek,

çatık kaş,

kırık bilek

coşmuş damarları çevreleyen ergen ten

daha gidecek gücüm yok bu enlemde


durgun göl suyu olma ümidiyle bulur

bitkin bir dere

adım atacak gücü

durulmayacak illeti ayakta tutan güdü

için için çekişme var bedende

hem, çekmişler ipini azalarımın – ekserisi öldü –

adımlara yetişecek can yok bende


geride ölçülü, ölçüsüz adımlar

ileride tadılacak gün, gece, mevsim

arkamdan ağlayan kadınlar

ortada dikilmiş, çaresizce dalar sol gözüm

ama sayılı günse, sayılı olmalı adımlar

bu da ezber ettiğim dersim

helallik bile üç sayısı kadar


artık benim gidecek yerim yok

adımlar, kötürüm günlerimi hatırlatmakta

ağrılar, vazgeçmemecesine hırpalamakta

deli başımı kaldırıp maskemi aralasam

yüreğim sevinir, benliğim övünür

aralıktan bir zerre bakış

belki anama dizlerini dövdürür

belki de hayırlısıyla eski beni öldürür


adımlar ayaklardan kesmişse umut

ellere görkemli bir devir teslimle

ola ki başka bir enlemde ve iklimde

bir çıkış olabilir mi amut

tabanlarım sürümese, sağ gözüm göstermese de

avuçlarımla yol alsın

yarısı zaten devrilmiş ömür – tanımasın hudut –


diyorlar ki acıyarak

ellerini yılan gibi sarmış siğil

ne çemberlerden geçmişim

ben de bilirim birkaç sihir

ten yarasına mı esir olacağım

aklımı doğru yere devşirmişim

hayat, doğru yaşanırsa her adımda epik şiir


avuçlarım üstünde alacağım bu yolda

her nefesime saplansa da birer ok

ne müttefik ne düşmanım

ne terbiyeci ne aslanım

sağım, solum, rengim, cinsim yok

ne sahibim ne konuk

alacağa vereceğe karnım tok

ne hancıyım ne yolcu

cambazım

benim artık gidecek yerim çok