bu sabah Cahit Sıtkı okurken ağladım anne
oysa daha otuzbeş değilim
yaşamla ettiğim danstan yoruldum anne
sanki un kurabiyesiyle mutlu olan çocuk ben değilim

6 Ekim 2010 Çarşamba

ON BEŞ GÜN

İLK GÜN
irice bir hasrete gebeydi sanki sesin
tanıdık, tanımadık tüm hasretlerin bileşkesiydi sanki
sesin, senden özge bir can taşır gibiydi
çıkmak üzere bir can gibi endişeliydi
bu tını, bu ayrılığın doğuracağı apalak bir hasretin müjdesiyse bana
bu gidiş sandal sefası gelir
sana ilk kez merhametsizim
sancısız doğum olmaz
asırlardır böyle olmuştur
nasıl ki hasret, hep acıyla kıvranan aşktan doğmuş,
aşk, gözbebeklerinden zevküsefa içinde hasıl olmuştur

TEZATLI GÜN
hava çok sıcak, şehrin yüzü soğuk
boş dallar, boş yollar, boş bakışlar,
götünün felleri düşmüş
ama gözlerinin feri son bir gayret yanmış kadınlar gibi dizilmiş kasabalar,
aralarına orta yaş gibi çökmüş
‘piknik yapmak yasaktır’ ağaçlıklar...
bu ağaçlardan bizim köyde pek yok
kentte zaten ağaç yok
her şey yabancı
her şeyi gözüm bir yerden ısırıyor
ama hiçbir şey beni ısıracak kadar tanımıyor

BİR GÜN
sesin heyecansız mıydı,
ben mi alıngandım ne?
saatlerce doldurdum durdum kendimi
yıllar çarpı tüm anıları bir kez daha yaşadım
ellerine baktım, gözlerinle konuştum,
ağladım, güldüm, inledim,
tokat attım, tokat gibi sözlerle ayıldım,
görmezden geldim, görmezden gelmene kızdım,
keyfini sordum, keyifsizliğimi anlattım,
sabrettim, coştum, kırıldım, kahroldum
saatlerce kendimi doldurdum durdum
bile isteye patlamadım
günlerden başka bir güne sakladım

KIYAS GÜNÜ
ben bir başıma çimenlere uzandım
ıslaktı
sen devam ettin, yaşanacakları yaşadın
haksızlıktı

KARARSIZ GÜN
son sözlerinden sonra budadım hepsini
bir tek dala bile konamadın aklımda
öyle bir keyifle devirdim ki saatleri...
hem çakırkeyif de değildim
hayatımdaki her güzel şey üşüştü başıma
iç sesimle hiç diyaloğa girmeden
her birine eğildim
şimdi bu tüy kalem raksederken parmaklarım arasında
sen de böyle geçirmiş ol bugünü
duam mı olsun?..
hasretle kahretmiş ol
bedduam mı?..
içimde ne çok ses var!

SOĞUK GÜN
yıldızsız bir kutup gecesine sıvadık kolları
kalabalığız
bilmem kaç dilde sözcükler asılı havada
havaya “chilly” diyorlar
ama ben anamın karnında cenin olmayı isteyecek kadar üşüyorum
bir cenin kadar yalnızım
tek fark anamın karnında olmayışım
kuru kalabalığız
yıldızsız bir kutup gecesini alkışlıyoruz
bir gündüz doğuracak diye

DUYUSUZ GÜN
Shakespeare’in şımarığı gibi çark ettirdin beni
ıslah değil, ızdırap
zaten o komediydi
bunun ne türü, ne üslubu belli
bu rengarenk çingene kostümü içinde
benim rengim ne ki?
ormanın ortasında bir tane ağaç gözüme çarpmıyor
körüm...
kalıbından kazara fırlamış bir buz parçası
kimselerin görmediği bir yerlerde,
bir başına erimeye mahkum,
bir damla ılık suya hasret
hissizim...
bu ilham kaynağı şehrin ortasında
ne söyleyecek bir şarkı,
ne kurt dökecek bir çingene havası
dilsizim...
dilsiz, hissiz, körüm, kor korum,
mecburum!..

GÜNLERDEN BAŞKA BİR GÜN
dakikaları yün eğirir gibi geçirdim
elime dökülen kahveyi kendime bahane ettim
dev bir ağacın arkasında epeyce bağırarak ağladım
yandığım kadar yakmak istedim -egoistçe-
sonra
öyle kolay mı dedim
herkes sen mi dedim
elim hala kızarıktı ama ağlamayı kestim

YANLIŞ ANLAMA GÜNÜ
sesin pek heyecanlıydı
beni mi özledin, sevilmeyi mi?
biri bana alıngan mı dedi?
kırılganım evet,
hem de saf kan hassasım
ama alınganlık bir güne mahsus idi!

TELAŞLI GÜN
hava ne kadar kararmış
ormandaki patikadayım
gittikçe uzuyor yol kabus gibi
kırmızı başlığım yok, kırmızı telaşlarım var
korkularımla yolumu ayırdığım günlerden beri
ilk kez az da olsa korkuyorum
yıllar yılı taşıdığım,
birlikte gömüleceğimi sandığım korkularımdan nasıl caydırıldığımı
gülümseyerek anılayıp
patikayı azimle adımlıyorum

ARADA ÜÇ GÜN
ayrılıklı vuslatlı girdabın gözünde yaşayan ruhum
vücudum buraya düştü düşeli daha bir darda
evvelsi gün seni istediğin gibi andım
sonra üç geceyi iki gündüze bağladım
bağları üçüncü gün Manş Denizi'ne attım

DÖNEK GÜN
dönsem ve her şeyi tersine döndürsem
güneş bana akşam doğsa, sabah sonsa,
üç gece üst üste sekizer saat uyuyabilsem,
şiiri bırakıp romana dönsem
vazgeçsem böyle yaşamaktan çok çile, az katık
ya da vazgeçsem yaşamaktan
her şeyi tersine döndürsem
dönsem...
çıplak ayaklarına yüzümü basıp
ölsem artık!

SON GÜN
şimdi boşa çıktığını anladığım bir dizi ümitle çıkmıştım yola
hep peşimde, göğüs kafesimde taşıdığım,
o büyümesi engellenemeyen canlının yüreğini çıkarıp
getirecektim sılaya
ortasında insafsızca kanat çırpan kara kuzgundan
kurtarıverecektim yoğun bakıma muhtaç göğsümü
kafesinin parmaklıklarını âleme ibret olsun diye
yol kenarlarına dikecektim
sonra memlekette bir oh çekecektim
artık boşa çıkmış bir dizi ümitle çıkmıştım yola
şimdi...
bu zift kara göğsün ortasında çaresizce çırpınan bembeyaz kuş
bir gün kurtuluverir
ya da ellerim tarafından boynu kırılıverir sanma!
onu burada da bal kaymakla besliyorum
sanma ustura bakışlarım bir cellada ait,
gelgitlerime aldanma
bilmem kaç yıl daha sürer ama
dünyanın anasını satıp
bu canlıyı göğüs kafesimde sonsuza dek büyütmek istiyorum!