bu sabah Cahit Sıtkı okurken ağladım anne
oysa daha otuzbeş değilim
yaşamla ettiğim danstan yoruldum anne
sanki un kurabiyesiyle mutlu olan çocuk ben değilim

20 Temmuz 2011 Çarşamba

YERLE GÖK ARASINA SÜRME



Var mı vakit yoksa dar mı
gölgeleri kilit taşı yollara sermeye,
dar günlerde çaputlar bağlanmış ağaçları kesmeye,
tomrukları düne dizmeye?
Yolların anlamı değişip kilit açıldı beri
yok artık kucaklayan ne ağaçları ne defterleri
Bir tarihte
hüzünle halkalanmış köle
halkaların içinden geçe geçe
daha bir düğümlenmişti
Sayfalar dolup taşıp
kargacık burgacık yazılarla ve yaşla
kabarmıştı
Sonraki bir tarihte
gamdan hür bir tür oluştu
Tek kolla da zor kavranıyordu
Yapraklar döküldü, bir bir uçtu...

Şekilsiz petekleri ağır ağır dolduran,
peteklere emel edindiren,
özleştirip uygun adım sızdıran,
altı köşeden kuşatıp eviren,
hokus pokusla iri damlalar akıtan
illüzyonisti izleyiniz!
Bir de tercüman
gerçekle rüyayı birbirine çeviren,
bir cesaret hikâyeye el veren
Var mı vakit yoksa dar mı
divitle yazılmış bir serüven takip etmeye?
Çorak bir ev sahibinin
kapılarını açışı bir tanrı misafirine,
denizlerin kıyıdan kıyıdan hoşgörüsü,
denizlerin kabullenişi
cılızlaşmış,
direnişi meşrulaşmış nehirleri...

Serüvende baş karakter bilge konuştu:
Ey ahali!
Orası ki metal ruhların sığındığı koy
ters yöne küreklere asılma
Kulaçla ve çık karaya
Kurutulmuş çiçekleri avucunda sıkacağına
döke saça da olsa hatıralardan soy
Al bu bahar dallarını cam kenarına koy
Isındı bir şeyler biraz öyle, biraz böyle
Isındı biraz beri, biraz öte
Isındı...mevsim tazelendi
Birinci cemre
aklın bir karış üstüne asıldı ve tutundu
İkinci cemre
akıl kârından arınmışlığın havzasına sokuldu
Demediler neler hak, ne yasak
Üçüncü cemre
omuzdan aşağı geniş düzlüklere saçılacaktı muhakkak...

Gölgeler sokaklara düştü
iskelelere düştü
Göze, söze, tene cemreler üşüştü
Üçü bu kez ateştopu oldu
düşeceği yere düştü
Eski lanet karnındakileri düşürdü
Aşkı bilmeyen okumasın
söyledi, yazdı yüzlerce ozan
kağıtlara cemreviyeler döküldü
Bir de bilgeden dinle:
Dengini bulamazsın da bazen,
rengini bulduğuna sevinir
kuyruklu uçurtmalar uçurursun
Yani yanlışın var
Aşkın kötüsünden değil,
büyüğünden ilham bulursun...

Renkler isabet kaydededursun
yollarda kıran kırana geçmişle çatışan
-bir elinde koca kilit- bir çolak,
tam orta yerinde ömrün
ta kör dibinde hayatın
en gizli hatlarında, iz bırakmış bet simalı hatıraların
bir cenkçi -ağır aksak-
çekti kaptırdığı kolunu
göbektaşına yayılmış
türlü kadim gamlardan
Arkasına yaslanıp kollarını kavuşturdu
Gölgeler kaldırımlara düştü
İndi kaldırımlardan gölgeler uzadı
Gölgeler kol kola bir de yakıştı
Var mı vakit yoksa dar mı
gölgelerin peşi sıra yürümeye?

İzledim
müze görevlisi sakinliği ile
kalbimdeki nişlerden
olan biteni indirip
itina ile nadide parçalar yerleştirmeni
Gam heyeti diz çöktü
karanlık insafa geldi
Ruhum imtina etmedi
bu sergiyi yaymaktan,
bir akapella eşliğinde
sen ritim tuttururken tek tele vurmadan...

Bilindik bir hikâye, aman mı derler
kimi sevdalar başkadır zaman zaman mı derler
Bir bakarsın gökte, kuşlara karışmış
bir bakarsın yerde, toprağa yapışmış
-ben ahalisi sıhhatini bulmuş-
Bulutların arkasından çıkmayacaksa da güneş
ektiklerim olmayacaksa da yediverenlere eş
seviyorum dediğinde
çok seviyorum dediğinde
çok özlemişim dediğinde
demeyip bilmeme izin verdiğinde
onar yıl eklendi ömrüme
yüz yaşımı aşarım
Yok mu vakit yoksa var mı?
Çekerim yerle gök arasına bir sürme
güzelliğini yaşarım...
Aldığımız nefes dar mı?