bu sabah Cahit Sıtkı okurken ağladım anne
oysa daha otuzbeş değilim
yaşamla ettiğim danstan yoruldum anne
sanki un kurabiyesiyle mutlu olan çocuk ben değilim

26 Eylül 2010 Pazar

BÖYLE YAŞLANACAĞIZ

yaşamak
yaşlanmak demek sevgili
demek
işte böyle yaşaya yaşaya yaşlanacağız

böyle yaşamak
demeye demeye dilinin ucuna gelenleri
sadece dileye dileye
umutsuzca harcamak demek
şimdiden geçmişe karışan bugünleri

kimsenin kulağına değil de
herkesin gözünün içine bağırmak istemek
yaşamak isteği
bunu yapamadığını gördükçe hırslanmak
yapamayacağını anlayınca ölümü kıskanmak

hırs
dünyaya iyice bir belletmek istemek
onu neye çevirmek istediğini
dünyanın kayıtsızlığını sezdikçe bilenmek
seziler yerleşince yalnızlık dilenmek

yalnızlığı
yavaş yavaş zerk etmek gerek
güneşin yüzüne ağustosu
ayın yüzüne sudan yoksunluğunu vurmak gerek
biraz
kan kusarken şerbet içtim demek
biraz
kızılcık ağaçlarıyla kavga etmek
yaşamanın da, yaşlanmanın da nevrini döndürüp,
çekip en iyi bilenmiş silahını
tabiatı vurmak gerek

yaşamak
acıyla atbaşı yürümek demek sevgili
yine de
umutla
acıların gözüne sokmak istemek haktır
sayılı acısız günlerini
haksızlıklardan bezince kızmak
kızıştıkça umutlarından kısmak
ve ölümüne susmak

yaşamak yaşlanmak demek sevgili
demek ki
böyle yaşaya yaşaya yaşlanacağız

6 Eylül 2010 Pazartesi

SONBAHAR GİBİ YALVARMA!

sonbahar zorluyor kışı
takmış bileğine yaz güneşini
rüzgâr yapıyor güya hafif el hareketleriyle
güçlünün galibiyeti
kahramanların isimsizlik derdi
değil bilgisi dahilinde
çok şey almış ki göze
saldırıyor kendince

kış nasıl da anlayışsız
anlamıyor
sararmış yapraklara basalım el ele,
bir sen, bir ben sırtımızı ıslak toprağa basalım
adı var, kendi yok o yağmurda ıslanalım
ayrılıksa, hüzünse, acıysa da...
doya doya yaşayalım isteyen sonbaharı anlamıyor
kış anlayışsız

sonbahar, kışı bir başına zorluyor
sanki bilmiyor ondan tarafım
karalarımla baş kaldırıyorum
her kışın beyazı, her yazın kırmızısına
sığınarak ritmini bozduğum vücudumun affına
sonbahar şahsımla iş birliğine hiç yanaşmıyor
sadece yalvarıyor
kış kadar anlayışsız

-sonbahardan farksız- sen, hiçbir mevsimi var saymadan
her baharın bir sonu, her sonun bir baharı olduğunu
tabiat bağırsa da duymadan
akıllanıp, aymadan
teperek, istifleyerek geçmişe günleri -kırış kırış keten gibi-
istersin ki
varsın olsun tadına kanamadan
yeter ki uzak olsun yoğun bir kanamadan
yaşayıp gidersin
beni de içine itersin
içindeysem de bir fanusun -şırıltılı-
yaz kış üşümüyorsam, bunalmıyorsam
hiç huylanmıyorsam da
reddetmiyorum zambakla kuru soğanın botanikte bir yerde buluşmasını

-sonbahardan farklı-
çok şükür artık ağlamıyorsun
belli ki umursamıyorsun ketenin kırışmasını
bilmiyorsun
gece puslanmadan
sağanak hızlanmadan
aşık sızlanmadan var olmaz
ve bilmiyorsun
kaplanlar pısmadan
ozanlar susmadan
ciğer kan kusmadan
ellerim ellerine kavuşmaz

ellerin cehennem sıcak
ellerin cehennem gibi
ellerin cehennem
istemem zaten tırnağımın ucunun yanmasını
korkarım
nasıl bilirim acısını
ki suyla yandıydım

sen ise
gözümün içine baka baka güneşi ısırıyorsun
yapma diyorum
yanmam diyorsun
ağzın dilin çıban çıban olmuş
kaçıncı derece bir yanık bu?
ben olsam dayanamam
belki de ondan konuşmuyorsun
olsun...

bana yıldızlı sözler verme
hatta yıldızları bile
istemem hele güneşten ısırıklar
birkaç umutsuz bakış fırlat suratıma
bir tas serzeniş koy masaya
son ver bu muammaya
balkonda serçe gibi eğreti durma
bilmiyor musun
dert açılmadan
yol aşılmadan
aşk kavuşmadan bitmez
kavuşmak, tüm tarhı yolmak
kavuşmak, tabanları yollara vurmak
kavuşmak, Tibette yaşamak
istemem zaten başka memleketli olmak
bilmediğim eylülleri bilmediğim ekimlere bağlamak

bana yıldızlı sözler verme
hatta yıldızları bile
istemem hele güneşten ısırıklar
bir abanoz dalı tutuştur parmaklarım arasına
bir deniz gözyaşı serp yanağıma
kerli ferli bir ayrılık getir nihayet kapıya
son ver bu acımasız akına
sonbahar gibi yalvarma!